3 Nisan 2011 Pazar

YENİ SİTEMİZ KURULDU

Dostlarım
Google hesaplarındaki sorunlar iletişim problemleri sebebiyle artık yeni sitemiz kuruldu


Yazılara artık oradan da ulaşabilirsiniz
Hepiniz daha iyiylere layıksınız
Sevgilerimle
Erkan

KENDİME DOĞUŞUMUN GÜNCESİ ÇIKTI



"Yeni kitabım okuyucularıyla buluşuyor..."

O’nun çağrısını senelerdir içinde bir yerlerden duyuyordu ama fark etmemişti veya fark etmek istememişti. Sonunda karar verip O’na ulaşmanın zorlu mücadelesini vermek üzere, dönüşü olmayan yolculuğuna çıktı.

Sarayın her katını tek tek çıkarken, aslında kendinin içinde kat kat derinlere indiğinin farkına varacaktı. Vural’ın bu fazlaca kişisel macerasında kendinize ait çok şey bulacaksınız.

31 Ocak 2011 Pazartesi

KELEBEĞİN ÇEKTİĞİ



Hangi spiritüel kitaba, yazıya, öğretiye baksam, her tarafta bu zavallı hayvancıkla uğraşıyorlar. Kozadan çıkışından dem vuruyor her yazar, quantumcular etkisinden bahsediyorlar, filmler yapılıyor, yazılıyor, çiziliyor
Nedir peki bu hayvancığa ilgisi insanların?
Neden illa ki kelebek örneği verilir her tarafta?
Baktım ben bile en az 2-3 yazımda  kelebekten bahsetmişim. Demek ki bu hayvancığın yaşam örgüsü bir şeyleri simgeliyor.
İnsanoğlunun yapması gereken şeyi o kısacık yaşam sürecinde gerçekleştiriyor bu mucizevi hayvancık. Bir tırtıl olarak dünyaya geldikten sonra kozasını örüyor ve içinden çıkıp tırtılla hiç alakası olmayan farklı bir varlık olarak yaşamını tamamlıyor. Ortaya çıkan varlık tırtılın değişmesiyle değil, tamamen farklı bir varlığa dönüşmesiyle oluşuyor.
Kelebeğin hikayesi değişimin değil dönüşümün hikayesi. 
İşte kelebeğin hikayesindeki çekiciliğin sebebi, bu dönüşüm mucizesi.
Yüzyıllardır simyacıların yapmaya çalıştıkları, Merlin'in sırrına erdiği, metali altına çevirmenin mucizesi işte bu transformasyonu simgeliyor aslında.
İnsanoğlu, doğduğundaki saf sevgi halinden, bütünün parçası olduğunu bilir halden, BEN denilen zindana kendini kapattığında, işte o zaman gerçeğinden uzaklaşır. Don Miguel Ruiz'in kullandığı çok güzel bir söylemi kullanmadan geçemeyeceğim:
"İnsanoğlu, BEN zindanına kapatılıp, toplumsal, dinsel, maddesel yöntemlerle EVCİLLEŞTİRİLİR"
Artık insan, gerçek doğasından çıkmış, zihninin, egosunun, BENLİĞİNİN yönetiminde köleleştirilmiş bir haldedir. Özündeki sevgi temelli yapının üstüne o kadar çok yargı, tanımlama, biçimlenme eklenir ki, kendisinin doğal yapısının ne olduğunu dahi unutur. O artık toplumun istediği, kolay manipule edilebilen bir metadır. Zevkleri, yaşam şekli, ihtiyaçları, yapması gerekenler, yapmaması gerekenler dışarıdan belirlenir. Kendi özüyle bağlantıda olmayı boşverin, kendini sadece beden zanneden bir zavallıya dönüşür.
İşte etrafınıza baktığınızda gördüğünüz, sadece kendisi için yaşayan, insan olmanın gerçeğinden uzaklaşmış, çıkar çatışmaları içinde yoğrulan, nefret, savaş üreten toplumların gerçek hikayesi.
Bu birey yapısı ve bireylerin oluşturduğu toplumsal yapılar bizi yeni bir çağa taşıyamaz. İnsanlığın yeniden uyanışına, sadece değişerek değil, dönüşerek selam durabiliriz.
Artık  değersiz halimizden, altına dönüşmenin zamanı geldi.
Ölmeden ölmenin,
Yüzyılların tutsaklığından çıkıp sadece sevgi frekansını yayan halimize, gerçek doğamıza dönmenin zamanı.
Kozamızdan çıkıp kelebek olmanın, göklerde rengarenk, desen desen kanatlarımızı çırpmanın zamanı.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız


27 Ocak 2011 Perşembe

ÖNÜM, ARKAM, SAĞIM, SOLUM.....



Farketmişsinizdir herhalde, benim en büyük hobim, kendi yaşamımı ve etrafımda süren yaşam süreçlerini gözlemek. Kimisi resim yapar, kimisi dağcılık yapar, kimisi kayak meraklısı. Benimki de böyle garip bir hobi. Garip ama esasında o kadar doyurucu ve dönüştürücü. Dönüştürücü lafını özellikle kullandım. Ne zaman yeni bir kazanım elde ederseniz bu kazanım hayatınızı daha yaşanılası, sizi daha çekilesi hale getiriyor. Ne kadar çekilesi olduğumu bana değil yakın çevreme sormalısınız ama şu anda bu imkana sahip olmadığınıza göre benim söyleyeceklerime inanmakla yetineceksiniz.
Her an gözlemci modunda yaşamak ilk başta ciddi efor gerektiriyordu. Sürekli olayın içinde kaybolacakken kendinizi uyarıyor ve dış gözlemcinin bakış açısına geçiyorsunuz.
"Kardeşim arada da olayda kaybol" der gibisiniz hissediyorum. Ama bir kere bu bakış açısının kazanımlarına alışınca artık dönüşünüz yok. Yani ödülü hakketmek için hayatı daha da zorlaştırıyorsunuz. Ama bu zorluk bir süre sonra bir yaşam yolu haline gelince efor göstermeden zaten her bakış açısını aynı anda deneyimleme normal hale geliyor. Sakın gözünüz korkmasın, hatta bir süre sonra zevk almaya, eğlenmeye başlıyorsunuz.
Bu aralar benim en çok gözüme batanlar ise insanların kendilerini  formların, kalıpların dar alanları içinde yaşamaya zorlamaları. Gerçekten yaşamımızı daha ne kadar zor ve yürümesi imkansız hale getirebiliriz  diye, önümüze, arkamıza sürekli yüksek setler çekip kendimizi neredeyse çıkma yolunu bulamıyacağımız labirentlere sokuyoruz.
Biliyorum teorik laflar örneklenmeyince havada kalıyor.
 Örnekler neler mi?
Önce kendinize bir sorun bakalım. Bir gözleyin yaşamınızı, ne kalıplarınız var, ne formlara sokuyorsunuz hayatlarınızı?
Öyle pat diye sorunca aklınıza gelmiyordur eminim. Ama bazen bu kalıplara ve formlara o kadar doğal gözle bakmaya başladığımız, hayatlarımıza direkt entegre ettiğimiz  için bunların olduğunu farketmiyoruz bile. Eminim insanoğlunun bu sonsuz yaratıcılık potansiyeli içinde  milyonlarca farklı kalıp mevcuttur. Bizim yarattıklarımız dışında toplumsal mirastan payımıza düşenleri de düşündüğümüzde ne kadar zenginlik içinde olduğunuza inanamazsınız.
Ben birkaç örnek vereyim hadi. En azından size kolaylık sağlar.
"Parayla saadet olmaz."
"Acısız kazanç olmaz."
"Olgunlaşmak için yaşlanmak lazım."
"Yaşlanmak iyi bir şey değildir. Beden hastalıktan kurtulmaz."
"..... konumundaki insan toplum içinde gönlünce giyinemez, eğlenemez"
" Almadan, vermek olmaz."
" Aşk acı verir."
" Bu yaştan sonra nasıl değişilir? Böyle gelmiş böyle gider."
Bunlar sadece birkaç tanesi. Canınızı sıkmak istemiyorum ama biraz eteklerinizi silkeleseniz yüzlerce çıkacaktır karşınıza. Size birşey söylemek için can atıyorum.
BÜTÜN BUNLAR YALAN
Aşk acı vermek zorunda değil, para mutsuzluk getirmez, her yaşta değişim olabilir, yaşla olgunluk direkt bağlantılı değildir........
Size hepsinin antitezini tek tek  sunabilirim.
Tamamen kendimizin yarattığı ve toplumdan özenle miras bırakılan yalanların sınırlamalarıyla hayatınızı mahfetmeyin.
Yaratım gücümüzün bu kadar arttığı dönemde düşüncelerimizden bile sorumluyken, bu kalıpların formların tehlikesini bir kez daha düşünün. Sonuçta biliyorsunuz ki yaşamınızın gidişatını sizler belirliyorsunuz.
Neden korku, sıkıntı, değişim karşıtı, mutsuzluk getirici kalıpların gölgesinde yaşayalım ki?
Önünüze, arkanıza, sağınıza solunuza dikkatle bakın. Farkettiğiniz yerde imha edin bu düşünceleri.
Yaşamınızda cenneti yaratmanız sadece sizin elinizde.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

4 Ocak 2011 Salı

ONULMAZ HASTALIK



Tüm dünyada en çok sayıda insanı etkileyen hastalık nedir diye sorduğumda aklınıza hangi hastalıklar geliyor? Doktorum ya, illaki hastalıklardan bahsetmem gerekir ya....
Aklınızdan kanser, tansiyon, şeker hastalığı geçiyordur eminim. Ama inanın bence bunlardan çok daha zararlı bir tanesi var, söyleyince şaşıracaksınız.
Bu soruyu kendime sordum, ardında düşünüp taşındım ve klinik çalışmalar yaptım (metodik olmak zorundayım) ve son kararımı açıklıyorum
KURGULAMA HASTALIĞI
Şimdi bu hastalık nereden çıktı diye düşünüyorsunuzdur?
Nasıl bir hastalıktır, belirtileri nelerdir, ne gibi komplikasyonları vardır?
İnsanları en çok  mutsuz eden, yerlerde süründüren, dert üstüne dert açan, dramalar yarattıran hastalıklı bir düşünce kalıbından bahsediyorum.
İnanın biraz düşününce beni haklı göreceksiniz.
Bu kalıbı farkettiğimden beri kendimi en çok rahatsız eden olayların, hayatımı  zindana çevirdiğim onlarca deneyimimin altında hep bu sinsi düşman yatıyormuş. Çok şükür tedavisini oldum. Darısı sizin başınıza..
Nasıl mı tedavi oldum?
Kurgulamalarımı aldırdım.
Bir düşünün yaşantınızı, ilişkilerinizi, karşınıza çıkan sorunları, ilişkilerdeki çıkmazları. Tüm bunların üstündeki şatafatlı dram giysilerini soyun ve olayı çıplak görün. Karşınızda  tüm bunları yaratanı, zihninizde büyük bir zevkle kahkahalar atarak oturan bu kalıbı bulacaksınız.
Arkadaşınız uzunca bir süre sizi aramaz ve buna çok üzülürsünüz. Bu hastalığın etkisindeki zihniniz size çok güzel  planlanmış kurgular yaratmaya başlar.
"O seni önemsemiyor. Bak hayatında senden daha önemli şeyler var. Sen artık onun için geri plandasın. "
Hemen bu kurgular içinizde bir öfke patlamasına dönüşür; ardından acı dolu ,bol gözyaşlı saatler gelir, kırgınlıklar da cabası.
Eşiniz eve gelir ve suratı asıktır. Yeni yaptırdığınız saçınızı farketmez.  Evet yine yaratık işbaşında:
"İşte artık seni sevmiyor. Bak saçını bile farketmedi. Şu suratına bak nasıl da asık, sana sevgisi azalmış belli.
Zaten  sen onun için önemli değilsin."
Ardından surat asmalar, kavgalar, başağrısı nöbetleri.
İşe gidersiniz. Yöneticiniz sabah size baktığında gülümsemedi. Günaydınınıza da kısa bir bakışla cevap verdi. Hadi bakalım:
"Kesin sen artık gözde elemanı değilsin. Zaten şirketin işleri kötü. Yakında ilk işten atılacaklar arasına seni de sokarlar."
Şu anda bu örnekler ne kadar komik geliyor değil mi?
Kendinize dürüst olun lütfen, bunları hepiniz yapıyorsunuz. Başkalarını kendi kafanızda yarattığınız kalıpların içine sokup, bu kalıplarda işleyip hem de daha onlara sormadan kendi Zannetme fabrikasının acımasız çarklarına sokup, daha o kişinin haberi bile olmadan asıp kesiyorsunuz.
Bütün bu karmaşık, kaotik düşünce saçmalığından çıkıp basitçe ve net olarak düşünmüyorsunuz.
 Belki arkadaşınız çok yoğun olduğu için telefon açamamıştır. Bunu ona sormadan kendi kafanızdaki infaz yargıcının kararını uyguluyorsunuz. O, çok sevdiğinizi söylediğiniz??? arkadaşınıza bu acımasızlığı uygulamanız, ona olan sevginizi sorgulatmaz mı?
Belki eşiniz işinde çok büyük sorunlar yaşadı, eve geldiğinde kafası çok meşgul olduğu için sizin için önemli olan bu saç meselesini farkedemedi. Hemen öfkeleneceğinize neden onu anlamak için uğraşmıyorsunuz? En çok sevdiğinizi düşündüğünüz insan bu kadar çabayı hakketmiyor mu?
Yöneticinizin özel hayatında sorunları olduğu için size tepkisiz kalabileceğini düşünemediniz mi?
Örnekler onlarca sıralanabilir.
Tamamen kendi yaratımınız olan kurgulamalar içinde debelenip, mutsuzluklar yaşıyorsunuz.
Bundan kurtulmak istiyorsanız zihninizin etiketleme ve yargılama çarkları devreye girmeden durdurmaya çalışın. Baktınız aynı olay cereyan edecek, hemen farkındalığa geçin işte o zaman bunu başarabiliyorsunuz
Şunları sürekli söyleyin kendinize.
Bir olay illa ki bir sebepten oluşmaz.
Herşeyi isimlendirmek, kurgulamak zorunda değilsiniz.
Herşeyi kişisel algılamak zorunda değilsiniz.
Olanı olduğu gibi deneyimlemeyi, insanları kendi doğalarında görmeyi öğrenmelisiniz.
Yaşamınıza giren insanları kendi zihinsel kalıplarınızdan özgürleştirin. İnanın, bu hamleye etrafınızdakilerin ve daha önemlisi  sizlerin çok ihtiyacı var.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

2 Ocak 2011 Pazar

GERÇEĞİN YOLU




Bugün size "Bana bir hikaye yazın, bir resim çizin, bir şarkı besteleyin" desem, hepinizin içini derin bir telaş kaplar.
"Ben nasıl yazarım?"
"Şarkı bestelemek mi o nasıl olur?"
"Elime kalemi aldığımda çizdiklerimi hiçbir şeye benzetemiyorken, kocaman bir resim çizmek mi?"
Hemen başaramayacağınıza dair yargılarınız zihninize korku salar. Yaratım denilen o ilahi yanınızı aktifleyeceğinize zihninizin o başarısızlık temalı mesajlarını ciddiye alır, içinizde kendinizi haklı çıkarırsınız.
Yaratıcılık öyle bir akıştır ki siz musluğu açarsanız akmaya başlar.  Hepiniz aynı depoya bağlısınız ve depolarınız aynı dolulukta. Siz bu deponun içinin dolu olduğunu bilip ucuna da musluğu bağlarsanız damlamaya başlıyor.
Ve şunu unutuyorsunuz ki insanoğlu sonsuz yetenekleri olan bir sanatçıdır. Hepimiz her an yaratıyoruz, farketmeden. Yaşam denilen eserimizi kendi notalarımızla, fırçalarımızla, sözcüklerimizle yaratıyoruz biteviye.
Yeryüzündeki insan sayısı kadar çok çeşitte yaratılmış yaşamlar mevcut. Kimsenin yarattığı eser bir diğerine benzemiyor. Hatta aynı olay karşısında bile içimizde yarattığımız duygulanımlarımız farklı. Çünkü olanın ne olduğu değil, gözünüzden içinize neyin süzülüp aktığı belirliyor yaratımınızı.
Sürekli yaratıyoruz, neşeyi, coşkuyu, acıyı, dramayı. Onlarca temayla süsleyerek, bir çok yardımcı oyuncuyu oyuna katarak sürdürüyoruz bu muhteşem yaratımı.
Bize senelerdir, önceden belirlenmiş bir yolda yürüdüğümüz öğretisi dikte edilse de, bunun ne kadar büyük bir yanılsama olduğunun farkına varın. Bu, elinizden gücü almak, çaresizlik tohumları ekmek ve içinizdeki tanrısallıktan uzaklaştırmak için içlerinize kodlanmış bir virüs.
Şu gerçeğin farkına varın:
Yaşamlarımızı bizler yaratıyoruz. Her anını, her noktasını, her notasını. Bu yüzden yaşamınızda karşınıza ne çıkıyorsa ve neler belirliyorsa gündeminizi, bütün bunların sorumlusunu dışarıda aramayın.
HERŞEYİN SORUMLUSU SİZSİNİZ.
Eseri yaratan da, oyunu oynayan da sadece sizsiniz.
O yüzden yaşamın zorlukları hakkında sızlanmayı bırakın. Eğer bir şeyler üzerinize üzerinize geliyorsa bunun sebebi Ali, Veli değil, bizzat Siz hazretleri. Sakın sorumluluğunuzu başkalarının üzerine atmayın.
Biliyorum en kolayı başkalarını suçlamak, başkalarından medet ummak. Kişinin, acılarının, zorlukların kaynağının kendi olduğunu kabullenmesi bir olgunlaşma sonucu gerçekleşiyor. Bu sürecin adı da FARKINDALIK. Zor gibi görünse de aslında çok kolay bir süreç. Sadece daha önceden yürüdüğümüz yolun yanında uzayıp giden "Gerçeğin Yolu'na" zıplama işi.
"Hep gördüğüm bu yola niye senelerdir geçmemişim?" diye hayıflanıyorsunuz ardından. Çünkü bu yol maskelerin, yamaların sıyrıldığı, gerçeğin, özgürlüğün, saf mutluluğun yolu. 
İşte bu yolda yürümeye başladığınızda yaşamınızın sorumluluğunuzu elinize alıp eserinizdeki baş oyuncuyu değiştiriyorsunuz. Daha önceleri yapmaya çalıştığınız gibi ikincil karakterleri değiştirerek yaşamızını değiştiremezsiniz. Ancak siz değişirseniz yaşamınız değişiyor.
Yaşamızının hep gıpta ettiğiniz insanlar gibi huzur ve bolluk dolu olmasını istiyorsanız önce içinize dönüp kendinizi çalışmalısınız.
Azla yetinmek kendine değer vermemektir. Herşeyin en iyisini hakkettiğinizi unutmayın.
Yaşamlarımızı ödüllendirme zamanı.....

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız