28 Temmuz 2010 Çarşamba

DUALİTENİN ÖTESİ


Hepimiz o kadar formlara takılıyız ki. Kendi normlarımız, normallerimiz, kurallarımız, kalıplarımız içinde mutlu, mesut yaşıyoruz. Buraya kadar sorun yok. Sorun ise bu kurduğumuz yapının dışındaki herşey bizim için ayrıksı, farklı, yanlış, zararlı, garip..... Bir diğer özelliğimiz olan YARGICI tarafımız hemen iş başına geçip asıyor, kesiyor, biçiyoruz.

Artık herşeyin bir bütünün eşit değerde parçaları olduğunu görme zamanımız gelmedi mi?

Kadın veya erkek olmuşsunuz, ne farkeder?
Sarı, siyah veya beyaz olmuşsunuz, ne farkeder?
Ateist veya teist olmuşsunuz, ne farkeder?
Homoseksüel veya heteroseksüel olmuşsunuz, ne farkeder?
Aydınlanmış veya aydınlanmamışsınız, ne farkeder?
Zengin veya fakir olmuşsunuz, ne farkeder?
Türk veya başka ırktan olmuşsunuz, ne farkeder?
Eğitimli veya eğitimsiz olmuşsunuz, ne farkeder?

Bir insanın bilinçli veya elinde olmadan taşıdığı bir özelliği yüzünden değersiz veya kendimizden ayrı görme hakkını nereden buluyoruz.
İnsanoğlu, dünya üzerindeki herşeyin beraber  görev paylaştığı bir organizma gibi hareket ettiğini görmeden, gücünü eline alamaz. Tabii ki bu durumda insaoğlunun ne kadar güçlü olduğunu bilen bazı karanlık güçler bizim bu YARGIÇ özelliğimizi sürekli kaşımak için ellerinden geleni yapıyor olacaktır.
Bütün bunlar DUALİTE oyununun birer parçası. Dünya yaşamında dualitenin mutlaka olması gerektiğini biliyoruz. Önemli olan bunun dünya deneyiminin bir parçası olduğunun farkındalığıyla, üstlenilen rollerin altındaki bütünün eşit parçalarını görebilmek.
H2O molekülü hangi formda olursa olsun ister su, ister gaz, ister buz aynı moleküler yapıda değil mi?
Aynı düşünce tarzını insan içinde kullanmayı bilmek lazım.
Bizlerin sınıflama, yargılama hastalığının içinde geçirdiğimiz boşa zamanları, GAİA'nın kurtuluşu için geçirmemiz gerekiyor. İnsan eliyle yaratılan krizlerin, insan hırsının ve açgözlülüğünün yarattığı büyük felaketlerin ( Burada özellikle Meksika Körfezindeki petrol kaçağının önemini vurgulamalıyız) onarılması için hepimiz elele verip çalışmalıyız.  

Tuttuğunuz elin kimin eli olduğunun önemi olmadan.

"Bütün bu olanlar benden uzak bana ne." diyebilir misiniz?
İnsanoğlunun yaşayabileceği tek alan olan DÜNYA'mızın geleceği, bizim de geleceğimiz demek.
Siz değişin, DÜNYA değişsin.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız



21 Temmuz 2010 Çarşamba

MELODRAM


Geçmiş sıkıntılı anlarınızı bir gözde geçirin.Ben bulamıyorum demeyin. Hayat keşke her zaman düz bir süreç olsa ama öyle değil. Herkesin hayatında zaman zaman diplere vurduğu dönemler olabiliyor. Herkesin size karşı olduğunu düşündüğünüz, üstünüzden bir tır geçmiş gibi hissettiğiniz, yere hızla çakıldığınızı deneyimlediğiniz süreçler.
 Bu süreçlerin anatomisini masaya yatırdığınızda, karşınıza çoğunlukla diğer insanların yaptıkları veya yapmadıkları şeyler çıkıyor. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki hepimizin yaşamı başkalarının eylemlerine veya eylemsizliklerine bağlı.
Arkadaşlar, aile efradı, bağlı bulunduğunuz sosyal toplulukların diğer üyeleri, yöneticiler, politikacılar.....
Ve şunu da itiraf edelim ki aslında bizi üzen şey onların eylemlerinden çok, bizim kafamızda onların yapması için kendi oluşturduğumuz eylem şablonlarıyla. Yani aslında bizi üzen yine biziz. Kişileri kafamızda yargılıyor, sınıflıyor, görev dağıtımı yapıyor ve sonra da o kişiler bizim belirlediğimiz programa uymadığı için kızıyor ve kriz oluşturuyoruz. İnsanoğlu gerçekten çok komik bir varlık. Kendimiz yaratıp, kendimiz üzülüyoruz.
Birçoklarınız böyle bir durumda sürekli şikayet, acıların çocuğu kıvamında yakınmalar, kendine acımalar, arabesk söylemler içinde başını bir ordan bir buraya vurmalar içinde geçirmeyi tercih ediyor. 
"Ben aslında kurbanım."
"Herkes benim kötülüğüm için çalışıyor."
"Kimse beni sevmiyor."

 Aslında bazen yapı olarak insanoğlunun acı çekmekten zevk aldığını düşünüyorum. Herşeyi kendisinin yarattığını bilince bu zevkten mahrum olacağım korkusuyla hep suçu başkalarına atma eğilimindeyiz.
Bu acı dolu bataklığın içindeyken çözüm üretemiyeceğinizin farkındayım. Einstein ne güzel demiş:
"Sorunun olduğu düzeyden, çözümü üretemeyiz".
Kişinin sorun yaratıcı kimliğinin olduğu düzeyin üstüne çıkması lazım ki, büyük resmi görebilsin.
Yolu nedir?
Bu değişimin yolu, kişinin içinde barındırdığı şeytanları ve melekleriyle tanışması durağından geçiyor. Tabii öncelikle kendisini sevmekten. Kişi kendisini sevmezse, başkalarını sevemez ve sevgi göremez.
Siz içinizde barındırmadığınız hiçbir özelliği dışarıdakilerden beklemeyin. İçinizde ne varsa yaşam size ayna olur ve yolunuza çıkarır.
Yaşantınızda ne oluyorsa bunun sebebi sizsiniz. Sorumluluğu üstünüze alarak değişimi sağlayabilirsiniz. Sıkıntıların da sevinçlerin de kaynağı sizin iç dünyanız. Ortada suçlu veya sebep yok.Sadece siz varsınız.
 Siz nasıl deneyimlemeyi tercih ediyorsanız hayat size onu sunuyor.
 Bir çoklarınız kendinizi kontrolsuz bir yaşam yolunda, karşısına geleceklerin merak ve korkusuyla yaşamayı tercih ediyor. "Yaşamımın mimarı benim" farkındalığına geçtiğinizde puzzle'ın son parçası oturunca resim ortaya çıkıyor. Gülmeye başlıyorsunuz. Hem de kahkahalarla. Öyle komik oyunlar yaratabildiğinizi ve potansiyelinizin bu konuda çok yüksek olduğunu görüyorsunuz. Fakat farkındalığa geçtim artık oyun oynamam demeyin. Ne kadar gelişirseniz gelişin oyuncu tarafınızın o hain gülümsemesini ensenizde hissetmeye devam ediyorsunuz. Fakat en önemli fark oyuncu sahneye çıktığında yapılanların farkına varıp sonrasını tercihinize göre yaşıyorsunuz. Kah oyuna gelerek, kah oyunu durdurarak ama herzaman bilerek.
Tabii bu dediklerimde sizin özgür iradenizle olan seçiminize bağlı. Bir tarafta kendi yazıp, kendimizin oynadığı acılı bir melodram, diğer tarafta ise koşulsuz mutulukla geçen dingin bir hayat. Yaşamı onurlandırarak ve her hediyesini şükranla kabul ederek.
Bana hangisi uyar diyorsanız hodri meydan.
Seçim sizin.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız



19 Temmuz 2010 Pazartesi

KURTLAR SOFRASI


"Şiddetten kaçınma, doğru anlanılıp, doğru kullanıldığında çok yoğun ve aktif bir güçtür"

Gandhi

Farkındalık ve aydınlanma yolundaki yaşam süreci idealize ortamlarda çok kolay. Meditasyon , sessizlik, dinginlik, eğitim programları, üstadlardan feyz alma, çiçekler, kuşlar, böcekler....
Cam fanus içinde bu süreç inanılmaz rahat. Hep söylediğim gibi bu süreçlerin esas arenası toplumsal yaşam.
 Evde veya korunmuş alanlardaki gibi değil toplumsal yaşam. Tam bir kurtlar sofrası. O kadar çok her an patlayacakmış gibi gezen , kırmızı renk baskın auralarıyla saldıracak yer arayan insan var ki etrafınızda. Özellikle trafikte, kalabalık alanlarda, işyerlerinde yani heryerdeler.  Ne yazık ki gittikçe de artacaklarını öngörüyorum. Nedenleri ise tonlarca. Geçim sıkıntısı, gelecek güvensizliği, gittikçe artan kalabalık, işsizlik, hergün bombardımana  tutulduğumuz siyasi polemikler, herkesi kahreden acı haberler......
Bunlar nedenlerin somutlaştırabildiğimiz bölümü. Esas bütün bunların temelinde, insanlığın yeni çağa geçişte yaşadığı sürecin zorluğu yatıyor. Yüzlerce yıldır dünyanın enerji değişimleri uzun zamanlarda yedire yedire oluyorken şimdi o kadar hızlı ve yoğun ki. Yine de bu durumda olabildiğimize şükretmek lazım.
O yüzden benim başıma gelmez, bana kimse bulaşmaz demeyin her an her yerde size karşı bir saldırıyla karşı karşıya kalabilirsiniz. Fiziksel veya sözel farketmez, bu durumla karşı karşıya kaldığınızda, öyle akılcı ve farkındalıkla durabilmek herkesin harcı değil.
Hiç öfkeli bir insanın menzilinde bulundunuz mu? Bulundunuzsa ne dediğimi anlarsınız. O anda her şeyi yapabilecek, kontrol mekanizmaları ortadan kalkmış, insani hasletlerin ortadan kalktığı hani gözlerinden alevler fışkırıyor denir ya öyle bir insandan bahsediyorum.
Bu durumda tabiatın bize sunduğu iki mekanizmayı kullanabiliririz. Savaş veya kaç (Fight or flight). Bu hayvani içgüdülerimizin bize sağladığı ilkel bir refleks cevap. Fakat bizler kendimizi normal yapıdan daha evrimleşmiş olarak görüyorsak bunlardan daha başka bir çıkışımız olmalı.

Bu durumda OSHO'nun bir yazısını eklemek istiyorum:
"Birisi sizle savaşmaya gelirse, onu absorbe edin (Özümseyin). Birisi size hakaret ettiğinizde onu özümseyin ve izleyin-hakaretleri bir çiçeğe döner. O enerjisini salıyordur. Birisi size saldırdığında o kişinin yaptığı, enerjisini boşaltmaktır. O aptal kişi enerjisini ortaya salar ve siz onun enerjisini alırsınız. Ona teşekkür edip geriye çekilin ve neler olacağını seyredin. Birisi sizle kavgaya ve savaşmaya hazırlanıyorsa ona basitçe izin verin. Orada yokmuş gibi bir duruşa geçin, o boşlukla savaşır hale gelsin.İzin verin, karşı koymayın. Bundan başka yolu yok. Bu bir sanattır, bilim değil. Bilim açıklanabilir , sanat anca deneyimlenebilir."

Bu denilenler bir çoğunuz için ütopik gelebilir. Birisi size saldırmaya çalışacak ve siz sadece seyirci kalacaksınız, taşkınlıklarına izin vereceksiniz. İlk başta bana da garip gelse de zaman içinde anlayabilmeyi öğrendim.
Bu tepkiyi "pasif kalmak" olarak değerlendirebilirsiniz. Pasif kalmak birçokları için acizlik göstergesidir. Önyargıyı bırakıp bu görüşü anlamaya çalışalım.
 Böyle bir olayda esasında o kişinin savaştığı siz değil, kendi şeytanları. Orada siz sadece kişinin kendi içsel savaşımına seyircisiniz. Aynı zamanda bu kendisinde olup dışa yansıtmayı tercih ettiği savaşın yarattığı yüksek enerjiyi mutlaka boşaltmak zorunda. Bu durumda yapılması gereken yansıtılan mekanizmaları kişisel algılamayarak, kişinin bu yüksek enerjisini boşaltmasına izin vermek. Yani transparan halde bulunmak.
Bir noktayı unutmamak lazım. Bu tarz davranışta bulunan kişinin enrejisini boşalttıktan sonra, gereken tepkiyi vermezseniz o kişiye bu yaptığı saldırgan tarzın kabul edilebilir bir şey olduğu yanlış mesajını almasına sebep olabilirsinz. Kişi de her yanlış gördüğü durumda bu saldırgan tarzı tercih etmeye başlayabilir. fakat bunun yolu o kişiye kendi hareket modeliyle cevap vermek olmamalı. Bizim yapmamız gereken sevgi temelinden ayrılmadan yaşamsal önlemlerimizi almak olmalı.
"Bana karşı saldırgan tarzda bir insanı sevmek mi, ne diyorsun?" diyebilirsiniz.
Buna da benim için çok değerli bir kitap olan Tanrı ile Konuşmalar( Conversations with God)"dan bir alıntı yapacağım.

"Birine sevgi ile davranmak, karşınızdakiler ne yaparsa yapsın kabul edilecek anlamına gelmez. Anne- babalar çocuklarına bunu erken yaşlarda öğretir fakat erişkinler ve toplumlar kolayca öğrenemez. Zorbalar her zaman değişime izin vermeyebilir, fakat zorbalıkları içinde durdurulmaları lazım.Kendini sevmek ve zorbayı sevmek. Çözüm buna bağlı."
Neale Donald Walsch

Tüm bu söylediklerim ve söylenilenler aslında kişisel tercihler. Yaşam teorilerle yürütülemez. Yaşam yaşanarak öğrenilir. Olay karşısında o anda kendi kendinizle başbaşa kaldığınızda vereceğinizi tepkiyi en iyi siz bilirsiniz. Burada benim olabilecek tek katkım şu olabilir; saldırı sırasında karşınızdaki kontrolsüz tepkiye aynı derecede kotrolsüz bir tepkiyle cevap vermek ilkel ve kolay bir çözüm yolu. Düşündüğünüzden çok daha büyük zararlar alabileceğiniz sonuçlara yol açabilir. Zor ve doğru olan, sevgide kalarak bu fırtınanın dinmesini gözlemek.
Bizler gelişmiş varlıklarız ve ışık savaşçılarıyız. Sevgi temelli olmayan hiçbir hareketin savunucusu  olmayın.
Sevgi vermek zayıflık değildir. Önemli olan, her durumda bu frekansta yaşayabiliyormuyuzu deneyimlemektir.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

14 Temmuz 2010 Çarşamba

YANLIŞ TANIMLAMA


Biriyle karşılaştığınızda sizin o kişi hakkındaki görüşlerinizi dış görünüşü ne kadar etkiliyor?
Ben dediğinizde ilk aklınıza gelen aynada gördüğünüz  şekil mi yoksa bunun ötesinde bri varlık mısınız?
Fiziksel bedeniniz bildiğiniz gibi sizin dış dünyayı deneyimlemek için kullandığınız bir aracı. Kendine özgü mükemmel yapısıyla bizim duymamızı, görmemizi, koklamamızı, dokunmamızı ve tad almamızı sağlayarak iç ve dış çevre arasındaki dengelemeleri kurmaya çalışan bir harika.
Bu dengelemelerin dışında da içinde barındırdığı muhteşem ruh için bir mabet görevi görüyor.
Ruhumuz aslında bizimle temasını bedenimizi kullanarak özel bir dil aracılığıyla sağlamaya çalışıyor. Kendini dinlemeyi unutmuş olan bizler ise, günlük hayatın hengamesi arasında  bu sesi ciddiye alamadan harala gürele yaşıyoruz.
Vücudumuzla ilişki kurma yolumuz ise karşılaştırma üzerine kurulu. Ya etrafımzıdaki diğer varlıkla , ya da kendimizi kendimizle kıyaslayarak bir yaşam kurmayı seçmişiz. Kendimizi karşı cinsle, kendi cinsimizle, uzunsak kısayla,  kısaysak uzunla, şişmansak zayıfla, zayıfsak şişmanla.....  sürekli karşılaştırıyoruz, yargılıyoruz. Hele bir de kendimizden genç olanlarla.
Bizler öyle ilginç varlıklarız ki kendimizi geçici olarak deneyim yaşamak için girdiğimiz vücutla tanımlıyoruz. Bunun ne kadar anlamsız olduğunu anlamak için şöyle bir deneme yapalım
Kendinizi bir boşlukta yüzer gibi hayal edin. Geçmişle ilgili tüm anılarınız silinmiş, tüm yaptığınız karşılaştırmalar ortadan kalkmış, sadece çıplak bedeninizle boşlukta sürükleniyorsunuz. Bir düşünün bu halde kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Zayıf, şişman, uzun kısa, yaşlı genç, şimdiye kadar tutunduğunuz hiç bir kriter elinizde yokken gerçekten siz kimsiniz?
Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi hissediyorsunuz değil mi?
Kendiniz olarak nitelendirdiğinizin, esasında ne kadar yüzeysel bir tanımlama olduğunu görüyorsunuz. Eğer kendinizi sadece bedeninizin özellikleriyle tanımlamış ve kendinizi sadece beden olarak görmüşseniz cevap sadece boş bir sayfa olarak kalır.
Siz beden değilsiniz. Siz bedeni aracı olarak kullanarak dünya deneyimi yaşamaya gelmiş üst düzey tanrısal varlıklarsınız. Sadece bedenin dar sınırlarını kabul etmek, elinizdeki potansiyelin çok küçük bir bölümünü kabullenmektir. Gücünüzün farkına varın.
Dünya deneyiminizi, bedeninizi karşılaştırma yoluyla tanımlama için geçirilen boş zamanlarla doldurmayın. Şu anda kendi deneyimsel gerekliliklerinize uygun bir cinsiyette ve beden yapısındasınız. Yapmanız gereken bedeninizin özelliklerine takılarak, kendinize bu süreci zehir etmek değil, sadece bedeninizin sağlığına dikkat etmek olmalı.
Aynı zamanda hayat yolunuzda karşınıza çıkan insanların beden özellikleri, sizin iletişim kurmanız için bir kriter olmamalı. Hepinizin esas özlerinin aynı mükemmellikte olduğunu, onların da aynı deneyimsel süreç için beden kılıflarına giren tanrısallıklarını unutmamalısınız.
Gerçek özünüzün ve gücünüzün farkına varmanın zamanı geldi de geçiyor.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

8 Temmuz 2010 Perşembe

KUTSAL NEHİR


Yaşam dediğiniz nedir?
Yaşamı en iyi tanımlayan ne olabilir?
Yaşam gerçekten başı sonu belli bir yolculuk. Bu yolculuğun en önemli özelliği herkesin bu yolculukta kendine özel bir rota izlemesi.
Hayatı en güzel tanımlayan şey bence nehir benzetmesi. Zaman zaman durağan, zaman zaman delice gürül gürül  de olsa, hep akışta olan bir nehir.
Bizlerde bu nehrin ivmesine uyarak hareket etmeye çalışan varlıklar. Siz bu nehirdeki yolculuğunuzda ne yaparsanız yapın gideceğiniz yeri siz bilemeseniz de belirli. Bu gidişin önünü nehrin içindeyken farkına varamadan akışın istikametinde yaşayıp gidiyoruz.
İnsanoğlunu en çok rahatsız eden duygulardan biri belirsizlik ve önünü görememedir.
Hayat denilen sürecin en belirgin özelliği de bu olunca ve her an, her türlü sürprize açık bir şekilde yaşarken hayata karşı duruşumuz çok önemli. Bu duruşunda belirleyicisi yaptığımız seçimler.
Hayat karşımıza çok miktarda şık sunmuyor. Sadece üç adet seçenek var önümüzde. Yapılan seçimlere göre olmak istediğiniz kişi tiplerini belirleyin.

Statükocular( Bulunduğu yere tutunanlar)
Kişi sürekli değişen koşullar ve olayların nereye götürdüğünü bilemediğinden, şu an bulunduğu yerden ayrılmamayı tercih eder. Nehirin akışına kapılmamak için ağır bir demiri nehire salmıştır. Şu anda bulunduğu yeri çok iyi tanıyordur, ilerlediğinde karşısına çıkacak bilinmezliklerin korkusunu yaşayacağına, bildiği her zaman en iyidir. Bu seçim en kolayı gibi görünse de aslında akıntının gücüne karşı sabit kalabilmek en zorudur. Nehrin sizi alıp götürmesine direnmek için çok güç sarfetmeye başlarsınız.Tekrar harekete geçme korkusu içinde değişime karşı koyarak yaşamayı tercih etmektir bu seçimin sonucu. Ardından korkular artar ve depresyonda bir yaşam gelir. Hep söylediğim gibi evren değişmemeyi ve hareketsizliği kabul edemez.
"Ya değişirsin ya ölürsün."
Burada aklıma Mc Donald'ların kurucusu Ray Croc'un lafı geldi.
"Yeşillenmişken büyürsün. Olgunlaşınca ise çürümeye yüz tutarsın"
Gerçekten sürekli gelişmeye ,değişime açık olmayan çürümeye mahkumdur. O yüzden devamlı yeni filizler yani değişim açılımları üretmeliyiz.

Kontrol çılgınları
Kişi hayat nehrinin eşliğinde hareket eder fakat bu yolculuğun kontrolünü elinde tutmaya çalışır. Nehrin akışının kendini nereye götüreceğini belirlemek için büyük bir çaba göstermeyi tercih eder. Bu aslında yaşamın özgür akışına bir başkaldırıdır.
Bir şeylere ulaşmak bir yerlere varmak için çok çalışır. Hayat bir karmaşadır ve ilerlemek için sürekli savaşmak gerekir. İç sesinden çok mantığının sesini dinler. Hayatın akışı içinde uğraş vermek yanlış değil fakat  herşey zaten mükemmel şekilde oluyorken hayatı bir mücadele alanına çevirmek sorun yaratır. Bu seçim belki de en zorudur. Sürekli tetikte olmayı, sürekli çabalamayı gerektirir.

Akışa bırakanlar
Bu kişiler hayatın mükemmel kurgusuna güvenir ve kendini akışa teslim eder. Yaşanılan olaylar  olay içindeyken her zaman kolay ve olumlu görünmese de aslında herşeyin mükemmel bir planın parçası olduğunun bilincindedir.
Bu tarz yaşamdan bahsederken boşvermişlik, güçsüzlük, çabasızlık olarak algılanmasın. Kişi yaşam sürecinde ne yapacağına, ne istediğine, nereye gideceğine dair kararlar verir. Burada rehberi ise içindeki bilge taraftır. Kendi üstbenliğinin doğrultusunda bir yaşam seçmiştir. Karar vermesi gerektiğinde nasıl olsa üstbenliği onun için en doğru kararları verecektir.
Bence ideal olan hayatın akışına teslimiyettir.  Teslimiyet için  ilahi mükemmel plana güvenmek gerekir.
Yaşam nehri her zaman sizi en doğru olduğunu düşündüğünüz istikamette götürmüyebilir. Belki de gideceğiniz yer sizin gelişiminiz için en doğru yer değildir. O yüzden sürece güvenmeyi öğrenmek lazım.
Sizin işiniz bu yolculukta NELER deneyimlediğiniz, cebinize neler aldığınız. NASIL'ları düşünmek değil. Hayat zaten  yöntemini size gösterecektir.
Herkesin gideceği yer belirli de olsa  bu aynı yere herkesin ulaşma yolu aynı değildir.
Ulaşılacak yer ise SEVGİ, NEŞE, MUTLULUK, ÖZGÜRLÜK yani TANRI'dır.
Orası MUTLAK BİRLİĞİN yeridir.
Kendinizi teslimiyete bırakın ve GÜVENİN.
Zaten herşey en mükemmel şekilde oluyor.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

6 Temmuz 2010 Salı

TOZ

Bir çoğumuz hayatı, soruna, negatife odaklanarak yaşamayı seçip sürdürüyoruz.
Sanki elimizde büyütücü bir gözlük, sadece sorunlara odaklayıp %300 büyüterek yaşamayı tercih ediyoruz
Ne kadar üzücü.
Etrafıma baktığımda yaşamın yüceliğini, güzelliğini, inanılmaz mucizelerini görmemeye çalışarak yaşama alışkanlığını edinmiş o kadar çok insan var ki. Bu düşünme tarzının boyunduruğunda yaşamayı sürdürebilmek için de ellerinden geleni yapıyorlar. Sorunlar, olumsuzluklar ve  kusurları, oyunları için birer araç olarak kullanmaktan zevk alıyorlar.
Bunlardan o kadar çok var ki bir inceleyin etrafınızdakileri.
Güzel bir şey almışsınızdır göstermek istersiniz, hemen kusurlu bir yanını bulur veya pahalı aldığınızı söyler.
Bir film seyredersiniz nasıl buldun dersiniz. Size karşı olarak, olumsuz eleştirel yanlarını bir bir sıralar. Ne filmin sihiri kalır içinizde ne de coşkusu.
Diyeceksiniz "Ne yapalım öyle düşünüyorsa, kendi sorunu. Bize ne yapabilir ki?"
Ne yazık ki bu negatif aktarımlar bulaşıcı bir virüs gibi sizin de tüm olumlu enerjinizi yerle bir eder. Ne aldığınız şey eski aldığınız, ne de film eski seyrettiğiniz film olarak kalır.
Bir düşünün dünyanın en lezzetli, en değerli içeceğini elinizde tutuyorsunuz. Tadını kaçırmamak için her yudumu ağzımızın içinde çevire çevire dolandırıyorsunuz. Kazara içine bir tutam toz döküldüğünü düşünün. Bu azıcık miktar toz koca bardağın değerini düşürür veya tadını değiştirir mi?
Bu azıcık miktar toz yüzünden, bardağın hepsini döker misiniz?
Bu tozları hayattaki sıkıntı, problem ve olumsuzluklar olarak düşünürsek, hayatın o güzel tadını bu bir parça toz yüzünden çıkarmayarak yaşama haksızlık etmiş olmuyor muyuz?
Hayatı soruna odaklı değil yaşamın inanılmaz güzelliğine odaklı yaşamalıyız. Bizler sorun büyüteci kullanma alışkanlığını sürdürürsek, hayatın büyük resmindeki mucizeleri kaçırmaya mahkum oluruz.
Çıkın bu kötü alışkanlığın zindanından. Dışarıda, her anı mucizelerle, güzelliklerle dolu bir hayat sizleri bekliyor. Yaşam her zaman karşımıza sakin bir deniz gibi çıkarmıyor kendisini. Zaman zaman dalgalar pürüzler olabilir. Karşımıza ne çıkarsa çıksın bunlar da yaşamın o mükemmel mimarisinin bir parçası.
Ne yaşanıyorsa iyi yaşanıyor, ne oluyorsa iyi oluyor.
Fakat  biliyorum ki her şey sadece şu anda oluyor.
Her geceyi, ardından  gün ışığıyla gelen yeniden doğumum takip ediyor.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız