30 Kasım 2009 Pazartesi

İŞTE PERDEEEEEEE!!!!!!!



En az insanlık tarihi kadar eski bir soru:
"İnsan niye yaratıldı ? "
Öncelikle şunu kabul etmeliyiz ki bizlerin ana işlemci çipimizin kapasitesi bunu anlamaya müsait değil. Tanrı'nın bizi neden yarattığını anlayacak kapasitemiz olmadığı gibi bunu anlamaya da ihtiyacımız yok. YARATICI bilir.

Bizim bilmemiz gereken Dünya'da ne yapmamız gerektiği.

Her ruh dünyaya deneyim yaşamaya gelir. Dünya deneyimi bir ruh için o kadar değerli ki. Sevgi var, aşk var, cinsellik var, acı var, gözyaşı var (Türk Filmi gibi oldu). Bu fırsat kaçar mı ?

Bir hayatınızın bugüne kadar geçen süreçlerini tekrar hatırlayın.
Yüzlerce basamak, basamak üstüne basamak. Tökezlemeler, düşmeler, yeniden ayağa kalkışlar.
Üst benliğinin yükselmesi için bu deneyin dünya ayağı olan bizler senaryolar oluştururuz, kontratlar yaparız, doğarız.





(İlk nefeste ağlamamızın tercümesi: "Ben niye bu zor tecrübeye geldim, deli miyim ?" )

Sonra sancılı emekleme ve büyüme süreçleri. Ergenlik sivilceleri, zor imtihanlar, ekmek kavgaları. Kendini ifade etmeyi tam öğrenmişken karşı cinsi tanıma, çekilen onca naz kapris.
Mesleğini edinme ve rekabet savaşına girmeler. Ardından evlilik ve üreme çalışmaları. Sonra varoluş sorgulamaları , ben neden yaratıldımlar...

Daha kolayı varken RUH neden bu deneyimi seçer dediğim çok oldu.
Bizler bir yandan sonsuz potansiyelli, Tanrı'sal varlıklarız; diğer yandan da potansiyellerinin belli sınırlandırmalara uğradığı beden denilen bir hapiste yaşarız. Mükemmelliği unutturulmuş ve unuttuklarını yeniden hatırlamaya biteviye bir şekilde çalışan.
Peki böyle mükemmel bir yapı niye kendisini böyle bir hapse sokar ?
Çünkü yaşam denilen bu unutup hatırlama süreci içinde o kadar malzeme var ki özümüzü yükseltecek. O kadar senaryo var ki oynanacak, bir o kadar da oyuncu. Hepsine görevleri dağıtmış, oyunun akışının içine balıklamasına dalmışız. Hatta bazen bunun bir oyun olduğunu unutup dramada kaybolmuşuz. Sevinç coşkuyla, acı dibine kadar yaşanarak şarkılar yazdırmış.
Yaşamlarımızın, karşımıza üstün ruhlarımızın gelişmesi için çıkardığı fırsatları, dramalarımızın penceresinden değil, farkındalık penceresinden görüp alacağımızı alalım. Bu arada dünyanın nimetlerinin de farkında olup dibine vurarak.
Yaşamlarınızı ve tüm rol arkadaşlarınızı onurlandıralım.

Ey üstün Ruhlar haydi oyun başlıyor.

İşte Perdeeeeee!!!!!

Erkan Sarıyıldız

QUANTUM ÇORBASI



Arabanızda giderken veya bir kafede kahvenizi yudumlarken etrafınızda ne kadar çok görünmez dalga ve titreşimlerin olduğunu hiç düşündünüz mü? Ya etrafınızdaki insanların fiziki acılarının ve duygusal değişimlerinin titreşimleri.
O kadar körüz ki aslında düşünürseniz. Sağırız, hissisiz. Dar frekanslarda yaşıyoruz hayatı. Algılananlar var, diğerleri yok. Sınırlarını organlarımızın belirlediği bir hapiste yaşıyoruz. Hele sol beynimiz hakimse. Mantık kumandanımız. Görürse inanır, görmezse yok der başkumandan. Herşeyi isimlendirmeye, benzetmeye, karşılaştırmaya programlı. Sağ beynimiz ise algılar ötesidir. Hisler ve iç sesimiz yönetir o tarafı. İsimlendirmekle uğraşmaz, sadece hisseder. Dengeli yaşam bu iki komutanın barışıyla sağlanır.
Ben bedeni belli titreşimlerden oluşan partiküllerin bütünlüğü olarak görürüm.

Zaten herşey titreşen enerji partikülleri değil mi?

Quantumcular bunu bir çorbaya benzetir.

Bu düzeyde ana kuvvet düşünce gücüdür.

Aslında sınırı yoktur maddenin. Madde katı değil, enerjinin doldurduğu boşluktur.

Herşey birbirinin içine geçebilir.

Aynı anda iki yerde olabilir partiküller. Sadece izlemek bile parçacığın nasıl davranacağını etkiler.

Zaman bizim yarattığımız bir boyuttur.

Frekanslar belirler algıları, farkedilmeyi.
Evrende herşey belli frekanslarda titreşir.
Denildiği gibi " Evren maddeden daha çok bir müziğe benzer".
Hepimizin de gelişmişliğimizle orantılı ruhsal frekansları var. Ruhsal frekansımızı arttırıp daha evrimleşmiş bir hayata yükselmeliyiz. Ruhumuzu saflaştırıp, titreşimimizi yükselttiğimizde asla eskisi gibi olmaz herşey.
Düşük titreşimde iken hayatınızın içinde olan herşey, eğer yeni size uyumlanmazsa sahneden çekilir. Buna eşiniz, dostunuz, arkadaşınız hatta eşyalarınız dahildir. Her zaman yeni titreşimimize uygunlar tercih edilir. Her yeni düzeyde bu değişim yeniden gerçekleşir.

Yüksek titreşimde kötülük yoktur, ışık vardır, sevgi vardır.

Bizim amacımız titreşimi yüksek insanlarla oluşmuş daha evrimleşmiş bir toplum yaratmak.


Evren'in temel kuralı: Ya gelişirsin ya da ölürsün.

Işıkta kalın.

Erkan Sarıyıldız

29 Kasım 2009 Pazar

YÜZLER GEÇİDİ...




Kendimize bir bakalım. Toplumun, ailemizin, arkadaşlarımızın, mesleğimizin görmek istediği bizler topluluğu, diğer yanda gerçek BİZ. Bir bedenin içinde onlarca yüz. İyinin, kötünün, güzelliğin, çirkinliğin yani herşeyin doldurduğu kişilikler sepeti. Biz bu sepetten neyi seçip, neyi seçmeyeceğimiz iradesiyle yaşıyoruz hayatı. O yüzden "Ben yapmam "değil, "Ben bunu yapmamayı tercih ediyorum" diyorum.

"O çok iyi bir insan"

"Ondan bunu beklemezdim"

"Hadi canım o yapmaz"

Ben beklentisizliği ve şaşırmamayı öğrendim. İnsanların, aynı kalıplar içinde, hep o aynı hareket modelleriyle olmadığını, her an her şekilde değişebileceğini gördüm. Dünya sahnesinin bin yüzlü oyuncuları olan insanoğlunun komplike yapısı içinde duruma göre ne şekiller alabileceğini izledim. Değişmeyen tek şey değişimdir.

Kendimizi ve herkesi her yönümüzle kabul edelim. Ne zaman herşeyimizi kabullenip, her yanımızı "BEN" olarak içimize alırsak o zaman ayaklarımızın üstünde, başımız dik yaşamaya başlarız.

Yaşamda usta olmanın yolu, dualiteyi kabul edip, insanları etiketlemeden, yargılamadan, oldukları gibi deneyimlemekten geçer.


Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

ÖZGÜRLÜĞÜN YOLU



İçimizin dehlizlerinde ne çok acılar, sevinçler, özlemler, karşılanmamış beklentiler saklamışız. Sakladıkça büyütmüşüz, büyüttükçe ağırlaşmış. Ayağımızda dermansızlık, bir adım daha gitme çabasında.
Hele bazı şeyleri öyle derinlere itmişiz ki, orda olduğunu bile unutmuşuz. Üstüne kat kat örtüler, çalılar, topraklar atmışız. Herşey yolunda gidiyor dediğimiz anlarda bile o, örtünün altından kokusunu salmış. Ama biz kokunun nerden geldiğini unutmuşuz. Bu cılk yaradan akan irinler yüzeye çıktıkça farkedip temizlemiş, bitti saymışız. Halbuki derinde abseleşmiş yara durmuş, büyümüş.


Ruhun özgürleşmesi farkındalıktan geçer. Farkındalıksa kendini çalışmaktan. Kişinin asıl görevi kendini çalışmaktır. Üstünde biriken irini, pası, çamuru tek tek sıyırdıkça ruh özgür bir kuş, kanatlanır, yükselir.
İçinizin dehlizlerinde gezerken cesurca tüm örtüleri kaldırın ve karşılaşmaktan korktuğunuz herşeyin karşısına geçip sonuna dek izleyin. O zaman göreceksiniz ki senelerdir sakladığınız onca şey sadece farkındalıkla kaybolmakta.
Yaşamın getirdiklerini, acılarımızı, sevinçlerimizi yüzde yüzüyle deneyimlediğimizde coşkuya dönüşür.
Hiçbir duyguyu ertelemeyin.

Kızıyorsanız kızın, gülüyorsanız katılana değin.
Seviyorsanız delicesine, nefretinizi kusarcasına.
Tam anlamıyla yaşanmış duyguların artığı kalmaz üzerinizde. Pürüzsüz ruhsa özgürdür.
Sadece özgür ruhlar dünyayı aydınlatabilir.


Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

28 Kasım 2009 Cumartesi

SESSİZLİĞİN BİLGELİĞİ





Bir susun dinleyin
Ne çok seslilik var sessizlikte
Medeniyetin sesleri susunca
Evren'in akışının devinimleri doldurur ortamı
Bir kelebeğin kanat çırpışları, bir karıncanın yürüyüşünün zerafeti
Sisli bahçelerde sabah çiğlerinin yapraktan düşmesi
Yerin altından yaşama merhaba diyen tohumun çatlaması
Yaratılışın sesleri "OM" lar kulaklarınızda
Tüm sesler susunca kendi sesimizi duymaya başlarız
O şahane tınıları üstbenliğimizin ve Evren'in bilgeliği içimizi kaplar.
Hatırlarız tüm sırları bildiğimizi
Yeniden katılırız damla damla
Tanrı'sal aşkla dolar, döner, döneriz.

Erkan Sarıyıldız



27 Kasım 2009 Cuma

EROS'a Mektup



Ah Eros.. Haylazım, kör olanım, acı verenim, "Aşk " perim.
İnsanları aç susuz bırakan, ince hastalıklara sürükleyen, savaşlar başlatan, savaşlar bitiren güçlü duyguların ilahı.
İlk aşkı tattığınız anı hatırlıyor musunuz ?
Nasıl yemeden içmeden kesilmiş, iğne ipliğe dönmüştünüz. Normalde iki kelimeyi biraraya getiremezken içinizden şarkılar bestelemek, şiirler yazmak, insanlara aşkınızı haykırmak istemiştiniz cesurca.
Hatırlayın; yanınıza geldiğinde kızarmıştı yanaklarınız, titremişti kalbinizin kafes kuşları ve bol bol ahlar vahlar..... Ne ilahi duygudur aşk.
Aşk acıtır, aşk bir sudur iç iç kudur. Aşk acısı çekerken tüm şarkılar size yazılmıştı, tüm şiirler acınıza.


Ne anlamlar yüklemişiz bu üç harfe.
Aşkınızı bulduğunuzda "işte benim eksik parçam, elmamın yarısı" demedik mi ?
Biz bütündük o bizimse.
İnsanın, aşk gözüyle kendi idealini ve eksiğini tamamladığını sonradan öğrendim. Narin ruhlarımızın aslında kendini tamamlamak için bu kaosa sürüklendiğini ve yarım kaldığında derin girdaplara düştüğünü.
Bizler herşeyimizi kabullenip, eksiklerimizin farkındalığıyla kendimizi tamamladığımızda artık Aşk'ın acıtmadığını farkettim. Bu yaramaz duygu, daha yüksek bir mertebeye ulaşıp, evrenin ilahi anahtarına, yani sevgiye dönüşüyor.
İlişkilerimizde karşımızdakini kafamızda -meli,-malı'larla yeniden yaratmaya çalışarak değil sadece kendi olduğu gibi deneyimlediğinizde hayat bir coşkuya dönüşür.
Gerçek sevgi, karşınızdakinin kendi gibi olmasına izin verdiğinizde çiçek açar.
Sevin, sevilin....

Erkan Sarıyıldız

26 Kasım 2009 Perşembe

EVREN'İN AYNASI



Evren çoğumuzun bilmediği dinamiklerle çalışmakta. Bir kere her zaman karşılıksız vermeye programlı. Yeter ki konuşmayı ve istemeyi bilin. Tek şartı beden, zihin ve ruh düzlemlerinde aynı şekilde ve kararlılıkla istemek.
Evrenin bir başka dinamiği ise iç dünyamızdaki yaşadığımız herşeyi, bize dış dünyamızda gösterip, dikkatimizin bu olaylara yönelmesini sağlamak.
Bir yaşamınızı düşünün.
Benim başıma niye hep bunlar geliyor ?
Hep karşıma niye aynı tip insanlar çıkıyor, dediğiniz anlarınız var mı ?
Bu anları tek tek gözden geçirin. Mutlaka hepsinde ortak bir nokta bulacaksınız. Çünkü sevgili evren size her seferinde, kendinizi geliştirmeniz için, olaya uygun bir senaryo kurup karşınıza çıkarmaktadır. Ne zaman ki bu sesi duyup, görmeniz gerekeni görüp, almanız gerekeni alırsanız bu yaşamsal girdapların oluş sebebi ortadan kalkar. Kurban rolünden çıkıp hayatınızın efendisi rolüne bürünürsünüz.
Peki ilişkilerinizi gözden geçirelim. Hiç sevmediğiniz, hatta ismi bile sizi rahatsız eden bir insan varsa "bingo". Hadi bakalım yeni bir bilmece. Şöyle bir kural var: Eğer bir olay veya kişide birşey sizi rahatsız ediyorsa bu noktalar sizin hassas alarm noktalarınızdır. Bu noktaları görmeniz ve dinamiklerini anlamanız sizi ve o insanı sihirli bir şekilde değiştirir.
Bana deli diyebilirsiniz. Cesurca ve içtenlikle söylüyorum ki ben sorunları seviyorum. Her sorun bana yeni bir basamak gibi geliyor. Kendimi ve gücümün sınırlarını gösteriyor aştığım her sorun.
Yaşadığım her ilişki bana kendimi gösteriyor. Karşıma çıkan her insan, konuştuğum her kişi evrenin bana sunduğu bir ayna. İç dünyamda yaşadığım, gizlediğim, yoksaydığım, görmediğim veya görmezlikten geldiğim her şey karşımda geçit töreninde. O yüzden kendimi tanımak istiyorsam aynaya değil, ilişkilerime ve dış dünyaya bakarım. Farkındalık denilen bu olsa gerek.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız

24 Kasım 2009 Salı

PEMBE PENCERE





Hep merak etmişimdir başkasının gözünden etrafı izlemeyi. Benim dediğim maviler, yeşiller, canım nar kırmızılar sizlerin gözünde nasıl görünüyor ? Ya en sevdiğim kokular, ya Sezen'in şarkıları sizde bendeki gibi mi duruyor ?
Herkes kendi algılarının izin verdiği şekilde yaşıyor herşeyi. Bir de sevgiyle baktı mı, en çirkin kadın Afrodit'e, en çirkin erkek Brad'e benzemiyor mu ?
Güzelliği yaratanın, güzelliğe bakan gözden geldiğini çok sonralar öğrendim. Gönül gözüydü herşeyi belirleyen, sevgiydi.
Sonra olaylara bakarken de aynı kuralların geçerli olduğunu gördüm. Olay aynı olsa da, her izleyenin algı filtresinden geçince ne kadar farklı şeylere dönüşüyor. İyi-kötünün, güzel-çirkinin algılarımızın oyunu olduğunu anladım. O çok beğendiğinizin, yaptığı en ufak hatada en çirkine dönüştüğünü, en sevimli gelenin en korkunca ne çabuk değişebileceğini anladım.
Demek ki algılarımızdı bizle çevremizin ilişkilerini belirleyen. Ve algılarımızın simyacısı olursak hayatın herzaman bize dost olabileceği gerçeğine ulaştım.


Hayata baktığımız penceredir bizi belirleyen. Önümüzde iki seçenek var: Pembe-Siyah.
Özgür irade burda da iş başında . Aynı olay, iki pencere....... seçim sizin.
Ya karanın da karası, puslu kirli pencerenizden seyredin olayları ya da pırıl pırıl pembe pencerenizden.

Ama şunu bilin ki hayat, güzellikleriyle yaşamaya değer....
Sevgiyle kalın.

Erkan Sarıyıldız

23 Kasım 2009 Pazartesi

BEN'den TÜM'e





Doğduğumuzda hepimiz bütünden ayrı olmadığımızı biliyorduk. Yaprağı olduğumuz ağaçla birdik. Damla değil okyanustuk. Sonra kalıplara boğulduk, kurallarla yoğrulduk. Tek olmayı, yani BEN olmayı marifet olarak saydık. Ama bir tarafımızda bütünden kopma kaygısını taşıdık yıllarca.
Toprak bizden ayrı, deniz bizden gayrıydı. Kirlettik, kestik biçtik. BEN olmak için ne gerekirse yaptık. Başka BEN'lere basarak, umarsızca yükselmeye uğraştık. Ünvanlarla, mücevherlerle, malla mülkle süsledik BEN'lerimizi. Bir baktık ki geride büyük bir boşluk. Hani BEN olunca doyacaktık, bitecekti bu doyumsuzluk. Özümüz biliyordu diğer özlerden ayrı olmanın zavallılığını.. Tek damla olarak kalamazdı, yapısına aykırıydı. Bütün olmalıydı. Karşısındaki farklı beden örtülerinin içindeki kardeşlerini çıplaklığıyla gördü ve sevindi. Birlikbilinciydi onun doğası...


Aynı öz farklı bedenler. Hepimizin içindeki özler aynı, sadece deneyim yaşama telaşında koşturan özkardeşleriz. Karşımıza her ne koşulda, ne kılıkta, ne rolde gelirse gelsin hepimizin özde aynı olduğumuzu unutmayalım. Bu mükemmel özü onurlandıralım ve aynı yolun yolcuları olduğumuzu birbirimize hatırlatalım.
Yargısız, koşulsuz sevgilerle dolu bir dünyaya..

Erkan Sarıyıldız

22 Kasım 2009 Pazar

HAYATIN RESMİ



İnsanoğlu ne kadar kısıtlanmış yüzyıllarca. Yaşayacağı herşeyin planlı, ne olacağı, ne yapacağı belirlenmiş olduğuna inandırılmış. Zavallı bizler de önceden yazılmış bir senaryonun parçası olduğumuza öyle inanmışız ki. Kötülükler başımıza gelse, alın yazısı demişiz katlanmışız. Acılar çekmişiz, kader demişiz, bağrımıza basmışız. Anlayacağınız kendimizi acizleştirmelerine izin vermişiz. Bunu yapanlar da haklı, insana yaratım gücü olduğu söylense, bir silkinse Ademoğlu gücünün farkına varsa, kim gem vurabilir bu kuvvete. Kim yalanlar söylenip uyutulabilir, cezalarla korkutulabilir. İçindeki yaratım gücünü yani Tanrısallığını farketse uyar mı yüzyılların naftalin kokan dogmalarına.


Ben yaşam dediğimiz zaman dilimini boş bir tuale benzetirim. İnsan kendi yaşamının ressamıdır aslında. Nasıl çizerse resmi, nasıl doldurursa içini renkler veya renksizliklerle kendisine ait olan. Ne yaparsa sorumluluğunun kendisinde olduğunu bilerek .
Önümüze açılan sonsuz seçim olasılıkları içinden, özgür irademizle seçtiğimiz ögeleri tek tek tuale işleyerek tamamlarız yaşam dediğimiz resmi.
Yaşamınıza her zaman bol renkler doldurun, çocuksu coşkular ekleyin, gökyüzüne barış güvercinleri uçurun.
Denizler çizin uçsuz, bucaksız.
Çocuklar koyun oynayan, gülen.
Bol bol da sevgi olsun.
Siyah, koyu renkler koymayın, hep ışıltı olsun.
Sevgi olsun, sevgi olsun................

Erkan Sarıyıldız

20 Kasım 2009 Cuma

İÇSEL HUZURUN BELİRTİLERİ


İç huzura ulaşmanın işaretleri nelerdir ? Işığın yolcuları ve savaşçıları olarak etrafımıza örnek olurken hangi özelliklerimiz dikkati çeker ?:

*Geçmişin korku dolu deneyimlerinin oluşturduğu temeller yerine spontan olarak düşünmek ve hareket etmek
*Her andan coşku duyabilmek
*Başkalarını yargılamak ve hareketlerini değerlendirmek için çaba sarfetmemek
*Kargaşadan uzaklaşmak
*En önemli belirtisi, üzülme yetisini kaybetmek
*Başkalarını takdir etme atakları yaşamak
*Kendini diğer insanlar ve doğayla bir ve bağlı hissetmek
*Sık sık gülümsemeye başlamak (durdurulamayacak sıklıkta)
*Birşeyler yapmaktansa, olmalarına izin vermek
*Etrafındakilere sevgi yaymak ve bunu engelleyememek


Bütün bunları duyduğumuzda ne kadar alışılmadık geliyor, değil mi ?
Böyle insanların oluşturduğu bir toplumda yaşamak, aydınlanmış bir toplumu oluşturmak aslında hiç zor değil. Her birey kendini çalışırsa toplum hızlıca yükselebilir.
Evrensel aydınlanmanın kapısının içimizde olduğunu unutmayalım..
Sevgiyle kalın
Erkan

19 Kasım 2009 Perşembe

ORB PROJESİ

İnsanlar sadece belli bir frekans aralığında duyabilmekte ve görebilmektedirler. Melek ve diğer ışık varlıklar ise farklı bir frekansta titreşirler. Çok sayıda insan, sadece somut olana inandığından, ruhsal varlıkların olmadığını düşünüp, yoksayarlar. Bunun sonucunda bu varlıkların sundukları yardım elinin farkına varmadan, umutsuz bir yaşam sürerler.

İnsanlar ruhani dünyanın varlığı için kanıt aramaktadır. Spiritüel hiyerarşi, yüzyıllardır insanların görme ve duyma duyularının ötesinde farklı boyutlar olduğu konusuna dikkatleri çekebilmek için çalışmalar yapmaktadır. Melekler ve Yükselmiş Üstatlar insanların fotograflarında görünüp dikkatlerini çekebilmek için, Orb olarak görünme projesini başlatmışlardır. Böylece hem insanlara bir kanıt sunulacak, hem de Orb gören kişi ile temas kurulabilecektir.

Orbların daire şeklinde olmasının sebebi nedir ?
Bir Orb görüntüsü yakaladığınızda, siz ışık varlığın enerji alanını görmektesiniz. Işık beden veya merkabah normalde 6 köşeli yıldız şeklindedir.

Varlık geliştikçe daire şeklini almaya başlar. Bu ise tamlığı ve bütünlüğü simgeler. Ayrıca küre diğer şekillerden daha yüksek bir enerjiye sahiptir ve enerji akışını kısıtlayacak köşeleri yoktur. İçindeki varlığı korur ve seyahati sırasında zarar görmesini engeller.

Neden her fotografta orblar görünmez ?

Orblar sadece belli bilinç seviyesindeki fotoğrafçıların çektiklerinde belirirler. Sevgi işin anahtarıdır. Orblar auraları genişlemiş beşinci boyut varlıklarıdır. Orbları görüntüleyebilmek için sevgi bilincine ulaşmalısınız.

Resimlerde Orblar yoksa o bölgede ruhani varlıklar yok mu ?

Hayır. Ruhani varlıklar heryerdedir. Bu fotografçının yanlış açıda olduğunu veya doğru bilinç seviyesinde olmadığını gösterir.

Orbları nasıl görüntüleyebiliriz ?
Sadece kalbinizi açın, melekleri ve varlıkları düşünün fotografınıza davet edin. Sonuca şaşırabilirsiniz.

Birçok boyut bulunduğu ve hepsi farklı frekansta titreştiğinden bir çok değişik renk ve şekilde orblar görülebilir. Her melek, başmelek, ruh kendine özel bir şekle ve renge sahiptir.
Her Orb merkez bölgesinden ilahi enerjiye bağlıdır ve en saf ilahi ışığı yansıtır. Dış hat korunma hattıdır. Korunma halkasının dışında aura bulunur ve bu bölge sizin auranızla temas eder. Böylece aranızda bilgi alışverişi sağlanır.


Evet. Şimdi evinizdeki fotograflarınızı bu gözle izleyin. Hangi güzel anlarınızda ilahi varlıklar sizlere eşlik etmiş bir bakın. Benimle Orb fotograflarınızı paylaşırsanız beraber bir Orb koleksiyonu oluştururuz.
Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız






12 Kasım 2009 Perşembe

DEEKSHA SEANSLARI POZİTİF PLATFORM'DA


Deeksha'ya ulaşabileceğiniz mekanlar artıyor
Her Çarşamba "Pozitif Platform" da Deeksha grup seansları başladı.
saat 19:00

Adres.Pozitif Platform
Kantarcı Rıza Sok.Asuman Apt.D:2 Erenköy(Divan Pastanesi 'nin yanındaki sokak 50 m içerde)
telefon: 0216 467 70 22

Deeksha salıları Bizdenbire'de devam etmektedir

2 Kasım 2009 Pazartesi

Kutsal Geometri


Yolculuğa hazır mısınız?
Aydınlanma macerasına
Yaradılışın hikayesi
Herşey önce sözle başladı
Işık geldi ardından
Yaşam çiçeği belirdi
Yaşam meyvesi ve
Yaratılış...
Ardından elementler oluştu
Toprak ,ateş, hava ,su
Yaradılış genişledi ve yaratmaya başladı
HEPİMİZ YARATILAN VE YARATANLARIZ

Ben İLAHİ SEVGİ'yim
Ben İLAHİ RUH'um
HEPİMİZ BİR'İZ