8 Şubat 2010 Pazartesi

ÖLÜMSÜZLÜK


İnsanoğlu varolduğundan beri ölümsüzlüğün sırrını arar durur. Yüzlerce mitolojik hikaye vardır; ölümsüzlük ağacı, ölümsüzlük iksiri ve onlarca motif. Lokman Hekim, Şahmaran'dan ölümsüzlük iksirini öğrenmiş ama ardından yazdığı belgeler rüzgar yordamıyla nehirin sularına karışmış. Bunun üzerine halk, türkülerle yüzlerce yıldır bu hikayeyi aktarmış birbirine. Ölümsüz kahramanlar olmuş eski hikayelerde, ölümsüzlük tanrısallıkla eşleştirilmiş. Yaşam ağacının meyvelerini yersen ölümsüz olacaksın beklentisiyle yüzlerce insan yollara dökülmüş, yüzlercesi ölümsüzlük uğruna senelerini harcamışlar. Kadim Mısır'lılar bedeni ölümsüz kılmak için özel yöntemlerle mumyalamışlar ölülerini.Yahudi mistisizminde yaşam ağacı ölümsüzlüğü simgelemiş. Ölümsüz olmaktaki amaç insanoğlunun en büyük korkusunu yenmek aslında.


İnsanın en temel korkusu ölüm korkusu. Ölüm korkusu aslında dünya materyaline bağlanmakla ilgilidir.
Bedeni ve sunduğu zevkleri kaybetme korkusudur.
Bedenimizi biz sanmakla alakalıdır. 
Sevdiklerini kaybetme ve bir daha görememe korkusudur.
Şunu bilmeliyiz; aslında  kaybolan bir şey veya kişi yok. Ruh ailelerimizle zaten hep beraberiz.
Beden ölümlü, ruh ise ebedi. Bedenimizin fiziksel yapısının belli bir yaşlanma süreci mevcuttur. Seneler içinde bu yapı yavaş yavaş yıpranır ve içindeki ruh özünü taşıyamayacak hale gelir. Ardından beden, içindeki ruhsal yapıyla bağlarını zayıflatır ve ruh özgürleşir.
Ölüm sadece form değiştirmektir. Astral ve fiziksel bedenin birbirinden ayrılmasıdır.
Ölüm aslında bir rüyadan uyanmaktır. Kendi unuttuğumuz gerçek öze yeniden kavuşmaktır.
Doğum ve ölüm dünya dramasının ilüzyonlarıdır.
Ölüm aslında yaşamın farklı bir dönemidir. Yaşam hiç kesintisiz devam eder. Şunu bilelim ki aslında kimse gelip, kimse gitmiyor. Ruh ölümsüzdür.

Çok güçlü bir padişah, gözünü en son noktaya, "ölümsüzlüğe" dikmişti. Bir gün inandığı bir kişi, padişaha şöyle dedi: "Hindistan'da bir ağaç varmış, onun meyvesinden yiyen ne hastalanırmış ne de ölürmüş..." Padişah buna inanmaya hazırdı, inandı. Güvendiği bir adamını Hindistan'a gönderdi. Bu akıllı adamın görevi tabii ki ölümsüzlük ağacını bulmak ve meyvesini padişahına getirmekti. Adam Hindistan'a gitti, şehir şehir, köy köy dolaştı. Çöllerde, dağlarda ölüm tehlikeleri atlattı. Her rastladığı insana bu ağacı sordu. Ama bir tek bilene, duymuş olana rastlamadı. Böylece yıllar geçti. Padişahın adamının, Hindistan'da ayak basmadığı toprak, üzerinden aşmadığı ırmak kalmamıştı. Düzenli olarak padişahına haberciler gönderiyor, hep aynı cümleyi iletiyordu: "Ölümsüzlük ağacını henüz bulamadım, aramaya devam ediyorum." Sadakatin de bir sınırı var. Bu adam da en sonunda hiç kimsenin bilmediği, görmediği, duymadığı ölümsüzlük ağacını aramaktan yıldı. Ne yapacağını düşünürken, bulunduğu yörede çok saygı gören bir bilgin olduğunu duydu. Evine dönmek için yola koyulmadan önce son olarak bu bilgini görmesinin doğru olacağını düşündü.
Bilginin yanına vardı, huzuruna alındı ve yıllardır neyin peşinde dolaştığını söyledi. Bilgin hiç düşünmeden konuştu: "Sen sadık ve iyi bir insansın. Bunca yıldır bunca eziyet çekmen de senin kabahatin değil; tam tersine, senin erdemin, iyiliğin yüzündendir. Sen, sana verilmiş olan görevi sonuna kadar yapmak için çalıştın. Şimdi var git, padişahına söyle ki bu ağaç vardır ama görünmez bir ağaçtır.
Kocaman; binlerce dalı, on binlerce yaprağı olan, uçsuz bucaksız denizleri andıran bir ağaçtır. Güneş kadar parlak ve güçlü, dünya kadar eskidir, ama her gün beslendiği için sonsuza kadar genç kalacaktır.
Bu görünmeyen ağaç bilgi ağacıdır. Söyle padişahına, insanı gerçekten ölümsüz kılan, bütün hastalıklardan kurtaran tek şey "bilgi"dir. Bir insanın ne kadar bilgisi varsa o insan o kadar ölümsüzdür, o kadar sağlıklıdır."

Bedenin kendisi değil ama yarattıkları ölümsüzdür.

Sizler ölemezsiniz, zaten doğmadınız ki. Siz hep vardınız ve olacaksınız.
Burada olduğumuz süre içinde yaşamı ve getirdiklerini şükranla karşılayıp, ölümsüz tarafımızı beslemektir aslolan.

Ruh kaçmak ister kafesinden
Tükenince beden, nefesinden.....

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder