19 Mart 2010 Cuma

NARCİSSUS



Bugün değişik bir şey yapın.
Kendinize ayrabildiğiniz bir zaman seçin.
Ne mi yapacağız?
Kendimizi seyredeceğiz. Evet yanlış duymadınız.
Kendimizi gerçekten seyredeceğiz. Belki de ilk defa göreceğiz.
Şu kaotik dünyada en az değer verdiğiniz, en çok kızdığınız, en çok yargıladığınız, en az zaman ayırdığınız kendinizi.
Geçin bir aynanın karşısına. Oturursanız iyi olur. İşimiz biraz uzun.
Hep söylediğim gibi yolculuğunuzun ana kapısı kendinizden açılıyor. O yüzden eğer gelişimimizi hızlandırmak istiyorsak önce kendimizle başlamalıyız yola.
İçinizdeki tanrısallığa ulaşmanın en basit yolu gözlerinizin içinde. Gözlerinizi seyredin, ama bir yabancıya bakarmış gibi. Gözlerinizden içe açılan pencerede içeride yaşayan sonsuz bilgeyi selamlayın.
"Ben zaten hergün kendime bakıyorum." diyebilirsiniz. Benim dediğim bu geçiştirme bakışlar değil. Farkındalık içinde ve yüzeyin altındakini görebilecek derinlikte olanından bahsediyorum.
Yüzyılların, nice deneyimlerinizin ve tanrısal parçanızın farkına varın.
Karşınızdaki bu muhteşem varlık o kadar çok şey yaşadı  öyle bilgilere sahip ki...
Şu anki konum, cinsiyet ve giydiğiniz sosyal örtülerin altındaki muhteşemlikten bahsediyorum.
Hani yaşam dramalarınızın içinde boğulup unuttuğunuz o oyuncu, o neşeli tarafınızı farkedin.
Yaşam gerçekten komik bir oyun.  Doğduğunuzdan beri yaşadıklarınızı bir gözden geçirin. Hepimiz sonsuz, ölümsüz varlıklarız. Dünya deneyimi için kısıtlı imkanları olan bedenlerimize doğup, başlıyoruz tecrübemize. İşin ilginci herşeyi unutarak. Yeniden hatırlamak için uzun süreler harcıyoruz.
 Schopenhauer'in yaşam tanımlamasını tekrar okuduğumda, cesaretimize tekrar hayran oluyorum.
"Yaşam acı dolu bir sona giden, sonsuz bir acıdır."
İçinizde dünya deneyiminin tüm zorluklarını göze alarak gelmiş, çok özel ve çok cesur bir kahraman taşıdığınızı unutmayın.
Bedeninizi onurlandırın. Sizin gibi özel bir sonsuz potansiyelli varlığı misafir eden harika organizmanızı. Tek tek her bölgenizi sevgiyle takip edin. Taşıdığınız her şeyi, kaşınızı, gözünüzü, saçınızı, kolunuzu, vücudunuzu tek tek sevginizi göndererek izleyin. Geçirilen yılların izleri olan çizgilerinizi de unutmayarak.

Bu yaptığınız, bazılarınıza Narcissus'un hikayesini hatırlatmış olabilir.  Günlerden bir gün av izindeki NARCİSSUS susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine aşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü. Durup ona uzun uzun bakar; bundan hem zevk hem de acı duyar. Aşk içini yakmıştır bir kere o da kendi aşkından erir, biter. O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis çiçeklerine dönüşür.
Ben sizin aynaya dalıp, kendinize aşık olup, hayattan uzaklaşmanızı söylemiyorum.
Ben size bu hikayeden günümüz diline geçen bir terim olan "Narsistik" yaşamdan bahsetmiyorum.
Sadece kendimizin ve taşıdığımızın ruhsal özün gücünün ve değerinin farkına varın diyorum.
Ben size kendinizi sevin diyorum.
Peki neden mi diyorum?
Çünkü,
Kendini sevmeyen insan, başkalarını sevemez.
Kendine saygı duyamayan kişiye, başkaları tarafından saygı duyulamaz.
Kendine değer veremeyen insan, başkalarına  değer veremez.
Kendini her yönüyle kabul edemeyen insan başkalarını da kabullenemez
Kendini sürekli yargılayan insan başkaları için yargısız olabilmeyi deneyimleyemez.


Ey ölümsüz varlıklar kendinizi onurlandırın. Çünkü bunu ilk olarak ve en çok hakkeden kendinizsiniz.


Sevgiyle kalın


Erkan Sarıyıldız


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder