1 Mart 2010 Pazartesi

İN VİVO




1968  kuşağının toplumdan uzaklaşmış, özel ritüeller içeren ve komünal spiritüalite çalışmaları ardından toplumun gözünde bu konular bir takım ayrıksı, çılgın insan işi olarak değerlendirilmiş. O dönemlerde çeşitli halusinojen maddelerin (LSD v.s.), esrar gibi uyuşturucuların da  bu topluluklarda fazlaca kullanılmış olması  tütsü kokuları dolu ortamlarda, kendinden geçmiş danseden insanlar gibi resimleri toplumun zihnine nakşetmiş. Bu önyargı hala toplumsal  platformda durmasına rağmen ne kadar şanslıyız ki  tablo çok değişti. Artık televizyon programlarında bu konular tartışılabiliyor, en çok satan kitaplar listesinde spiritüel ve kişisel gelişim kitapları başı çekiyor, dünyaca tanınmış üstadlar ayağımıza kadar gelip makul fiyatlara eğitimler veriyor. Gerçekten çok değil bir 15 sene önce bunların olabileceğine inanmazdım. Bu konuda yazılmış kitaplara ulaşmak için yurtdışına az paralar dökmedim. Bilgi açlığımı gidermek için konuşacak insanlara ulaşmak kolay değildi. Kişiler bu konuda konuşmaya çekiniyor, bu konular özel toplantılarda dile gelebiliyordu.
Benim o dönemlerde en büyük hayalim bir süre Hindistan'a gidip bir ashramda yaşamak, gerekirse hizmet etmek ve Nirvana'ya ulaşmaktı. Zaman içinde kendimi eğitip, belli bilgi birikimine ulaştığımda spiritüalite denilen şeyin hayattan kopuk bir olgu değil hayatın kendisi olduğunu gördüm. Gerçekten herkesin kafasında bulunan spiritualite hayattan kopuk, uçuk, kaçık, gerçekle bağdaşmayan çalışmalar olarak değerlendiriliyor. Çünkü elle tutulmaz, gözle görülemez şeylerle uğraşır bu çılgın insanlar.
Halbuki spiritualite ve kişisel gelişim çalışmaları hayatı yeniden keşfetmenizi sağlar. Zaten hayattan kopuk hiçbir spiritüel akımı uzun soluklu olamaz.
Spiritüel çalışmaların da en büyük handikaplarından biri hayatla paralellik kurmanın zorluğudur.
Hepimiz kendimizi geliştirmek için onlarca kitap okuyup, sayısız çalışmalara katılıp, saatlerce meditasyon yapıyoruz.
Okudukça zihnimizde şimşekler çakıyor. "Evet işte çözdüm sırrı" diyoruz.
Çalışmalarda, artık ben değiştim, bundan sonra yeni bir ben ortaya çıkacak diyoruz.
Kalıpları attım, kırdım zincirleri diyoruz.
Dünyayı bir hareketle kurtaracak kadar yüksek enerjili ve üretken hissediyoruz.
Ben bu tip çalışmaları laboratuar ortamlarına benzetiyorum. Korunmuş, yüksek enerjili ortamlarda ve yargısız, tertemiz insanların karşısında bir deney ortamında gerçekleşiyor bu çalışmalar.
Bilimsel deney metodları iki sınıfa ayrılır. İn Vitro (Deney ortamında gerçekleşen) ve İn Vivo (Canlının içinde-hayatın içinde).
Spiritüel, meditatif eylemler, yüksek bilinçle yazılmış kitapların hepsi bence İn Vitro çalışma örnekleri.
Bizler için İn Vitro çalışmalar tabii ki çok önemli, fakat bunları İn Vivo olarak da hayata aktarabildiğimiz kadarıyla OLMUŞUZ demektir.
Bence önemli olan buralarda yaşadıklarımız, yaptıklarımız, kendimizi nasıl hissettiğimiz değil, hayatın içinde nerede durduğumuz ve nasıl olduğumuzdur.
Ne kadar okuduğun, ne kadar katıldığın veya ne kadar yaptığın değil, hayata ne kadarını eklediğin önemlidir.
Hepimizin en çok yapmayı unuttuğu ve geri plana attığı şey YAŞAMI ONURLANDIRMAKTIR.
Yaşamak, ayakları yere basarak, yüzde yüzüyle, her getirdiği deneyimi içimize alarak yaşamaktan bahsediyorum.

Sevgiyle kalın

Erkan Sarıyıldız


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder